Allah’ın (c.c.) sübuti sıfatları şunlardır:
a. Hayat: Allah’ın (c.c.) diri olmasıdır.
b. İlim: Allah’ın (c.c.) her şeyi ezelde bilmesidir.
c. İrade: Allah’ın (c.c.) yapmak istediği her şeyde özgür ve bağımsız olmasıdır.
d. Kudret: Allah’ın (c.c.) her şeye gücünün yetmesidir.
e. Semi: Allah (c.c.) her şeyi işitir.
f. Basar: Allah (c.c.) her şeyi görür.
g. Kelam: Allah (c.c.) organa, sese ihtiyaç duymaksızın konuşur.
h. Tekvin: Allah (c.c.) yoktan yaratır.
Allah’ın (c.c.) sübuti sıfatları zati sıfatları gibi gerçekliğin ötesinde değildir. Mantıkla rahatlıkla kavranabilmenin yanında duyu organları yoluyla gerçeklikle de karşılaştırılabilir.
Bu sıfatların önemli bir kısmı belli bir nitelikte ve nicelikte olmak üzere insanda da bulunmaktadır. Oysa zati sıfatlar sadece Allah’a (c.c.) özgüydü. Sübuti sıfatların bazılarının belli bir nitelikte ve nicelikte insan üzerinde bulunmasını yanlış anlamamak gerekir. Zira bu konuda ufacık bir hata insanın itikadını (inançla ilgili ilkelerini) bozmaya yeterlidir. Allah (c.c.), bu sübuti sıfatlara bizim mahiyetini anlayamayacağımız, nitelikten ve nicelikten yoksun bir biçimde sahiptir.
a. Hayat: Allah (c.c.), hayat sahibidir. Diridir. Hayat sahibi yani diri olmak, bütün canlı varlıklar için de geçerli bir durumdur. Ama biz canlı varlıklar için hayat sahibi olmak demek, uyumak, hastalanmak, yaşlanmak ve ölmek anlamlarına da gelir. Daha doğrusu hayatın içinde yada sonunda uyku, hastalanma, yaşlanma ve ölme gibi dönemler yada aşamalar da vardır. Oysa Allah (c.c.) böyle şeylerden uzaktır. O değişim, dönem ve aşama gibi evrelerden münezzeh (uzak) olarak hayat sahibidir. O’nun hayatının başlangıcı (kıdem) düşünülemeyeceği gibi sonu (beka) da tasarlanamaz. Allah (c.c.) ezeli ve ebedi olarak diridir. Ayrıca O canlı varlıklarda olduğu gibi uyku, hastalık, yaşlanma, ölüm gibi zafiyet ve eksiklerden de uzaktır. O, hiçbir değişim, dönem, aşama ve zayıflık geçirmeden diridir.
Evrenleri yoktan yaratan Allah’ın (c.c.) diriliği nerede, topraktan yaratılan insanın diriliği nerede? Bunları birbiri ile karşılaştırmak bile bir küstahlıktır.
b. İlim: Allah (c.c.), ilim (bilgi) sahibidir. Daha henüz evren ve insan yaratılmadan önce de O her şeyi biliyordu. O’nun ilmi ezel ve ebedi kuşatıcıdır. Her insanın kaderi ezelde O’nun ilminde vardı. Hatta bir insanın nefeslerinin sayısını, yaşamındaki hadiselerini, ahirettte nasıl bir muameleye tabi olacağını ve nereye gideceğini de biliyordu. Yaşamındaki en ufacık ayrıntı bile O’nun ilmi dahilindeydi. Ama Allah (c.c.) bu ilmini insanın kısmi (cüzi) iradesiyle doğru yada yanlış yolu seçmesinde mecbur (zorunlu) tutmamıştı. İnsanı da doğru ile yanlışı ayırabilecek bir ilim sıfatı ile donattıktan sonra kısmi irade ile özgür bırakmıştı, fakat bu bedele karşılık her seçiminde sorumlu tutmuştu.
Allah’ın (c.c.) ilim sıfatı her türlü eksiklikten ve kusurdan uzaktır. İnsan sınırlı olanakları ile bazen yanlış şeyler öğrenir. Bazen de öğrendiği doğru şeyleri unutur. Her zaman da bilmediği pek çok şey vardır. Allah (c.c.) insana özgü olan bu kusurlardan ve eksiklerden uzak olduğu gibi mutlak anlamda da ilim sahibidir. O’nun ilminde ne bir eksiklik ne de bir kusur vardır. Her şeyi ilmine göre yarattığı gibi ilmiyle de her şeye her an tasarruf etmektedir. Onları egemenliği ve kontrolü altında bulundurmaktadır. Ağacından düşen bir yaprak bile O’nun ilminde yer aldığı gibi O’nun izni ve yaratması ile de bu eylemini gerçekleştirmektedir.
Allah (c.c.) ilim sıfatı ile insana varlık âleminde büyük bir üstünlük vermiştir. Hayvanlardan ilim öğrenme yönümüzle ayrılırız. Hatta Allah’a (c.c.) yakın olan melekler bile insana tanınan bu manevi makama gıpta ile bakmışlardır. Çünkü melekler akıl sahibi varlıklar olmasına karşın onların tüm bilgileri Allah’ın (c.c.) kendilerine öğrettiği şeylerden ibarettir. Onlar yeni şeyleri kendi yetenekleri ile öğrenemezler. Oysa insan öğrendiği bilgiye bilgi katacak, bilgisini sürekli geliştirecek özelliklere uygun olarak yaratılmıştır.
Evrenleri yoktan yaratan Allah’ın (c.c.) ilmi nerede, topraktan yaratılan insanın ilmi nerede? Bunları birbiri ile karşılaştırmak bile bir küstahlıktır.
c. İrade: Allah (c.c.), mutlak anlamda irade sahibidir. O dilediği şeyi yaratmada özgür ve bağımsızdır. Kimse O’nu yargılayamayacağı gibi O’nun mutlak iradesi karşısında itiraz etmeye de güç ve takat bulamaz. Her şey ister istemez Allah’ın (c.c.) mutlak iradesine boyun eğmiştir. Yalnız Allah (c.c.) cin ve insan sınıfına verdiği kısmi irade ile yaşam biçimini seçme özgürlüğü tanımıştır. Dileyen kişi Allah’ın (c.c.) dinini seçer, onu yaşam biçimi edinir; dileyen kişi de ona karşı gelir, nefsinin, arzularının yolunu tutar, onları ilahlaştırır, sadece onlara doyum sağlama gibi kısır, yaratılış amacından uzak bir yaşam biçimini sergiler. Tabii Allah (c.c.) cin ve insan sınıfına verdiği bu kısmi irade ile onları sorumlu da tutmuştur, ebedi ahiret yurdunda seçtikleri yaşam tarzından dolayı onları hesaba çekecektir. Allah (c.c.) Kendi iradesine uygun bir hayat biçimini yaşayanlardan ahirette razı olarak onları cennetle ödüllendirecek, peygamberleri aracılığı ile gönderdiği dinlerin emir ve yasaklarına aykırı bir yaşam biçimine sapanları da gazaba gelerek cezalandıracaktır.
Allah (c.c.) bir şeyi irade ettiği (dilediği) zaman o şeye “Ol!” der, o da hemen oluverir. İnsanın dilemesi ise sınırlıdır. Allah (c.c.) dilemedikçe de insan dileyemez. Ama yine de Allah (c.c.) insana bizim mahiyetini (içeriğini, özelliklerini) pek kavrayamadığımız bir özgürlük de vermiştir. İnsan kendisine tanınan bu özgürlükten ötürü yaptıklarından sorumlu tutulmaktadır. Aslında yaşamımızdaki tüm olaylara kuşbakışı baktığımızda bunlarda bize tanınan kısmi iradenin ne kadar küçük bir rol oynadığını (yani sadece belli belirsiz bir niyet olduğunu,) görürüz. Örneğin bir arkadaşımız bizden biraz borç para istedi. Ama bizim niyetimiz arkadaşımıza borç para vermemek yönündedir. Bunu da bir irade olarak göstermek istiyoruz. Böyle basit bir olayı enine boyuna incelediğimizde kısmi irademizin boyutunu da daha yakından kavramış olabiliriz. Arkadaşımızın bizden borç para istemesini arzulamadığımızı belirtmiştik. Ama bir zamanlar biz ondan borç para almıştık. Bu durumda bizim de ona borç para vermemiz gerekmektedir. Çünkü vicdanımızda bu yönde bir baskı hissettiğimiz gibi arkadaşımız imalarıyla bize bu konuda manevi bir yaptırım da uygulamaktadır. Ayrıca yakın çevremiz de bizi borç para verme yönünde zorlamaktadır. Elimizde de yeterli para varsa borç para vermek dışında başka bir seçeneğimiz kalmayabilir. Hele hele o arkadaşımız bizim yeterli paraya sahip olduğumuzu da biliyorsa bu konuda elimiz kolumuz bağlanabilir. İstemediğimiz halde, yani irademiz dışında kalarak arkadaşımıza borç para verebiliriz. Oysa gönlümüz bu işi hiç onaylamamıştı ve arkadaşımıza borç parayı uygun görmemişti. İşte yaşamımızdaki her olayı böyle inceden inceye irdelediğimizde gerçekte insanın çoğu kez iradesi dışında kalan güçlere yenik düşerek hareket ettiğini görürüz. Oysa yüce Allah’ın (c.c.) iradesi böyle bir zayıflık ve kusur içermez. Allah (c.c.) mutlak anlamda bir irade sahibidir.
Allah’ın (c.c.) insana kısmi irade vermesi de O’nun kudretinin büyüklüğüne ve yüceliğine bir işarettir. İnsan bilgisayar yapabilmekte, bu yolla zihnin bilgiyi hafızada tutma işlemini maddeye, tekniğe en mükemmel şekilde yansıtmaktadır. Hatta bu özellik bilgisayarda insandan daha ileri bir derecede bulunmaktadır. Zira insanlar unutkanlık ile genellikle bilgiyi yitirme, değiştirme gibi olumsuz bir durumla karşılaşırken teknik bir arıza olmadan bilgisayarda bilgi yitirilmeden, değişmeden kalmaktadır. Robotlarla da günlük bazı işler giderilmeye çalışılmaktadır. Ama robotlar bilgisayarlar kadar geliştirilmiş ve yaygınlaştırılmış değillerdir. Bilim kurgu filmlerinde insanın robotlarla ilgili bir kaygısı çokça konu olarak işlenmiştir: Gerçi henüz insanda olduğu gibi irade sahibi bir robot icat edilmiş değildir. Robotlar bilgisayarların bir uzantısı olarak işlem görmekteler, kendilerine yüklenen program dahilinde iş yapmaktadırlar. Bağımsız karar alma, aldığı kararı özgürce uygulama gibi yeteneklere sahip bulunmamaktadırlar. Buna karşın bu bilim kurgu filmlerinde böyle insan gibi irade sahibi robotlar tasarlanmıştır. Bu filmlerde değişmeyen çatışma, bu robotların bazılarının imalat hatası olarak insan için bir tehlikeli silaha dönüşmeleridir. Bunları yok etme de filmin baş kahramanına düşen bir görev olmaktadır. Şimdi bizler de kendimizi bu robotların yerine koyarak yüce yaratıcımız katında nasıl bir rol oynadığımızı, yaratılış amacına hizmet edip etmediğimizi bir düşünelim. Görürüz ki yüce Allah (c.c.) mutlak iradesiyle bizlere tam olarak hakimken, bizi her an öldürebilecekken kısmi irademizi kullanmamıza izin vermiştir. Kendisine itaat edip etmeme konusunda bizlere seçenek sunmuştur. Kısmi irademize aleyhine de olsa saygı göstermiştir. Günah işlediğimizde sabır gösterip tövbe etmemiz için imkan tanımıştır.
Evrenleri yoktan yaratan Allah’ın (c.c.) iradesi nerede, topraktan yaratılan insanın kısmi iradesi nerede? Bunları birbiri ile karşılaştırmak bile bir küstahlıktır.
d. Kudret: Allah (c.c.), sınırsız kudret (güç) sahibidir. Allah’ın (c.c.) kudret sübuti sıfatı gözler önünde olan şeylerde bile insana büyük bir dehşet duygusu verir. Oysa cennet ve cehennem gibi gerçekleri ile de biliyoruz ki, aslında bütün yaratılmış olan şeyler henüz gözlerimizin önünde değildir.
Allah (c.c.) yoktan evreni ve içerisindeki yıldızları, gezegenleri yaratmıştır. Koyduğu kanunlarla bu yıldız ve gezegenler evren boşluğunda kendilerine özgü hareketleri yaparak dengede durmaktadırlar. Bunları hayal dünyamızda canlandırmamız bile Allah’ın (c.c.) sınırsız kudreti hakkında bir fikir verebilir sanırım. İnsanın kendi yaratılışı üzerinde düşünmesi de Allah’ın (c.c.) kudretini anlamayı sağlayabilir. İki ayağı üzerinde dimdik duran insanoğlu bu ayırıcı özelliğiyle diğer memelilere göre daha üstün bir biçimde yaratıldığını adeta kanıtlamaktadır. Zekası ile doğayı anlaması, ona hakim olması, teknik araçlarla ondan en azami bir biçimde yararlanması görünüşte insana ait bir kudret olsa da gerçekte Allah’ın (c.c.) kudretine işaret eden birer ayetleridir. Çünkü nihayetinde insana verilen kudreti de yaratan yüce Allah’tır. Öyle ise asıl kudret sahibi olan ancak Allah’tır.
İnsandaki kudret, Allah’ın (c.c.) iradesiyle kendisine verilmiş ödünç bir enerjidir. Örneğin elimizi havaya kaldırmamız bize verilen bir kudretle gerçekleşmektedir. İrademiz elimizi havaya kaldırma yönünde bir karar aldığında Allah (c.c.) verdiği kudretle bu eylemi gerçekleştirmektedir. Bu işte bize ait olan kısım, sadece elimizi kaldırma isteğidir. Yani bir niyettir. Bu isteğin gerçekleşmesi için gerekli olan enerji ve eylem Allah (c.c.) tarafından yaratılmaktadır. Çünkü Allah (c.c.) mutlak anlamda irade sahibi olduğu gibi mutlak anlamda güç sahibidir de. Allah (c.c.) bu konuda öz olarak şöyle demektedir: “Sizi ve yaptıklarınızı Allah yarattı (Saffat suresi, ayet 96)”.
Allah (c.c.) sadece henüz yıldızlarının ışığı dünya yaratılalı beri bize ulaşamamış bu büyük evrenin değil başka, mahiyetlerini bilemeyeceğimiz, hayallerini bile kuramayacağımız evrenlerin de yaratıcısıdır. O’nun gücüne bir kayıt ve son düşünülemez.
Evrenleri yoktan yaratan Allah’ın (c.c.) kudreti nerede, topraktan yaratılan ve üstelik Allah’tan (c.c.) ödünç olarak alınan insanın gücü nerede? Bunları birbiri ile karşılaştırmak bile bir küstahlıktır.
e. Semi: Allah (c.c.), her şeyi işitendir. O’nun işitmesi için kulaklara ve sese ihtiyacı yoktur. Bir fısıltının bile anlamı ona gizli kalmaz. Hatta O kalplerde geçen niyetleri bildiği gibi zihinlerde geçen ve henüz sese dönüşmemiş düşünceleri de anlar. Oysa insanın işitebilmesi için konuşmanın anlaşılır bir dille ve belli bir frekans aralığında yapılması gerekir.
Allah’ın (c.c.) gönlündeki niyetleri ve zihnindeki düşünceleri bilmesine karşın insanın O’nun hoşuna gitmeyecek şeyleri yapmak istemesi, O’nun razı olmadığı ve öfkelendiği düşünceleri kafasında geçirmesi ne büyük bir bahtsızlıktır.
Evrenleri yoktan yaratan Allah’ın (c.c.) işitmesi nerede, topraktan yaratılan insanın Allah’ın (c.c.) gücü ve yaratmasıyla işitmesi nerede? Bunları birbiri ile karşılaştırmak bile bir küstahlıktır.
f. Basar: Allah (c.c.) her şeyi görendir. O’nun görmesi için gözlere ve ışığa ihtiyacı yoktur. Karanlık bir gecede siyah taşın üzerindeki siyah karıncanın ayaklarını da görür. Hatta insanın göremediği kapalı şeylerin içerisindekiler de O’nun için apaçıktır. Oysa insanın görebilmesi için yeterli ışık miktarı ile nesnenin gözler önünde bulunması gereklidir.
Allah’ın (c.c.) her şeyi gördüğünü bildiği halde insanın O’nun hoşlanmadığı ve öfkelendiği şeyleri yapması ne büyük bir bahtsızlıktır.
Evrenleri yoktan yaratan Allah’ın (c.c.) görmesi nerede, topraktan yaratılan insanın Allah’ın (c.c.) gücü ve yaratmasıyla görmesi nerede? Bunları birbiri ile karşılaştırmak bile bir küstahlıktır.
g. Kelam: Allah (c.c.), konuşur. Ama O’nun konuşmasının hiçbir organa, dile, sese ihtiyacı yoktur. Allah (c.c.) mahiyetini bilemeyeceğimiz bir biçimde konuşur.
İnsanlara doğru yolu göstermesi için indirilen kutsal kitaplarında bizim anlayabileceğimiz ses ve harfleri kullanmıştır. Kuran-ı Kerim O’nun ezeli sözüdür. Kuran-ı Kerim bizler gibi mahluk (yaratılmış) değildir.
Allah (c.c.) Hz. Musa Aleyhisselâm ile mahiyetini anlayamadığımız bir tarzda konuşmuştur. Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Miraç gecesi hem Allah’la (c.c.) konuşmuş hem de O’nu görme şerefine erişmiştir.
Kuran-ı Kerim’i okuyan Allah’la (c.c.) sohbet etme nimetine erer. Kuran-ı Kerim anlamını bilmeden okunduğunda da manevi feyizlerini verir.
Kuran-ı Kerim Levh-i Mahfuz’dan indirildiği için onda her şey temsil yoluyla, yada bir prototip (küçük örnek, model) olarak mevcuttur. Kuran-ı Kerim bütün yaratılmışları, olgu ve olayları kapsayan mucizevi bir kitaptır. Allah’ın (c.c.) ezeli ilim, irade, kelam sıfatlarının tecellisidir.
Evrendeki, yeryüzündeki, insandaki her şey Allah’ın (c.c.) birer ayetidir. Allah (c.c.) bunlarla insanlara çeşitli mesajlar verir. Allah’ın (c.c.) evrendeki ve insan üzerindeki en büyük ayetlerinden birisi uyuma, uyanma; gece, gündüzdür. Allah (c.c.) bu ayetleri ile ölüme benzeyen gece ve uykuyla bu dünyaya bir gün veda edeceğimizi; tekrar dirilme (haşir) gibi olan uyanma, gündüz ile de ahiret hayatımızın başlayacağını bizlere yaşatarak her gün anımsatmaktadır. Aynı mesajı mevsimler yılda bir kez görsel ve tensel duyularımıza seslenerek bizlere bir başka açıdan yine sunmaktadırlar. Allah (c.c.) tekrar dirilme olayını sadece kutsal kitaplarındaki ayetleriyle bizlere vermekle yetinmemiş, ayrıca evren ve insan gerçekliğine de sözünü ettiğimiz, anlaşılır bir dille ilgili olgu ve olayları yaşatarak işlemiştir.
İnsanoğlu Allah’ın (c.c.) varlığını inkar etmeye pek güç yetiremese de Allah’ın (c.c.) kendisi ile kutsal kitapları aracılığıyla iletişim kurduğunu, emir ve yasaklarını bildirerek onun yaşamını biçimlendirmek istediğini görmek, tanımak istemez. Kuran-ı Kerim’e yaşamında hak ettiği yeri vermez. Oysa eşinden, dostundan gelen bir mektubu defalarca kez okur, onu iyi bir yerde de saklar. Kendisini yoktan var eden ve öldürdükten sonra da diriltip ödül ve ceza için hesaba çekecek olan Allah’ın (c.c.) mektubuna (yani Kuran-ı Kerim’e) düşman kesilir yada ilgisizlik gösterir. Onun -haşa- çağ dışı olduğunu/eskidiğini düşünür, söyler.
Evrenleri yoktan yaratan Allah’ın (c.c.) konuşması nerede, topraktan yaratılan insanın Allah’ın (c.c.) gücü ve yaratması ile konuşması nerede? Bunları birbiri ile karşılaştırmak bile bir küstahlıktır.
h. Tekvin: Allah (c.c.) her şeyi yaratır. Allah (c.c.) bütün evreni yoktan var etmiştir. Yaratırken de maddeye ihtiyacı olmamıştır. Kendisinden de hiçbir şey eksilmemiştir. O yokluğa “Ol!” emrini vermiş ve iradesi ile yaratmak istediği her şey zahmet çekmeden meydana gelmiştir. Allah’ın (c.c.) sınırsız gücü her şeyi yaratmaya kadirdir. O’nun için yoktan yaratmada hiçbir zorluk ve sıkıntı yoktur.
Ehl-i sünnetin itikadi (inançla ilgili ilkeler) mezheplerinden birisi olan Maturidiler, Allah’ın (c.c.) sübuti sıfatlarından birisi olan tekvini ayrı ve bağımsız bir sıfat olarak kabul ederken; yine Ehl-i sünnetin itikadi mezheplerinden birisi olan Eş’ariler ise, Allah’ın (c.c.) kudret sıfatının bir parçası olarak alırlar ve müstakil bir sıfat olarak düşünmezler.
Allah’ın (c.c.) yaratma sübuti sıfatı insanın her eylemini de kapsamaktadır. Öyle ki insanı ve yaptıklarını yaratan Allah’tır (bk. Saffat suresi, ayet 96). Görünüşte insana ait olan bütün eylemleri aslında Allah (c.c.) yaratmaktadır. İnsanın yürümesi, ellerini kaldırması, konuşması, yemek yemesi, düşünmesi, görmesi, işitmesi… hep Allah’ın (c.c.) yaratması ile meydana gelmektedir. Kuşkusuz bu düşünce ile insanın kısmi iradesini ortadan kaldırmak da doğru değildir. Allah (c.c.) insanın niyetlendiği kötü eylemleri de yaratır, ama bunlardan razı olmaz. Yaratma eylemi Allah’a (c.c.) ait olduğu için çoğu kez insanın niyetlendiği kötü şeyleri merhametinden gerçekleştirmez. Böylelikle insana bir çeşit ihsanda bulunur. İnsan her ne kadar bu eylemleri kendisi yaratmasa da gönlünden geçirdiği bir niyetle sahiplenmektedir. Ayrıca bu niyetle de bu eylemlerden sorumlu tutulmaktadır. Ahirette bunun için de hesaba çekilecektir.
İnsanda ne güç ne de yaratma işi vardır. Güç ve yaratma işi Allah’a (c.c.) özgü şeylerdir. Ama insan Allah’ın (c.c.) gücü ve yaratmasıyla bir şeyler yapabilir. Örneğin uçak yapmayı düşünebilir. Ama ne uçağın maddesini kendisi yoktan yaratmıştır ne de uçağın uçmasını sağlayan doğa yasalarını. Bunlar Allah’a (c.c.) ait şeyler olduğu gibi o kişinin uçak tasarısını eyleme geçirmek için gerekli tüm insan ve araç enerjisini ve eylemlerini de Allah (c.c.) yaratmıştır. Böyle birinin uçağı kendisinin yaptığını söylemesi örfi (geleneksel) bir durumdur. Günlük dilde fiillerin insana nispet edilmesi yaratma yönüyle değil kazanç/sorumluluk (kesb) yönüyle doğru kabul edilir. Bu nedenle doğal karşılanır. Ayrıca insanın böyle konuşmasında da dini açıdan bir sakınca görülmez. Örneğin “Yürüdüm, ellerimi kaldırdım, konuştum, resim yaptım…” gibi ifadeler, gayet doğal ve dini açıdan herhangi bir sakıncası olmayan sözlerdir.
Bir insanın başarısını Allah’a (c.c.), kötü ve çirkin fillerini de kendisine yada şeytana bağlaması edep gereğidir. Örneğin Allah’ın (c.c.) izni ile birinci oldum, Allah’ın (c.c.) yardımı ile sınıfımı taktirle geçtim; nefsimin esiri olarak o günahı işledim, nefsimin gafletiyle ihmal ettim, şeytana uyarak yaptım gibi. Bazı kişilerin yaptıkları suçları kadere havale etmeleri Allah’a (c.c.) bir hakaret anlamı taşımaktadır. Bu yüzden “kader mahkumu” gibi ifadeleri kullanmamak gerekir.
Allah (c.c.) ile sanatçı arasında yaratma ile meydana getirme yönü ile bir koşutluk kurulabilir. Allah (c.c.) yarattığı evren ve varlıklarla kendi isim ve sıfatlarını göstermiştir. Sanatçı da eseriyle kendi öz yaşamını ve iç dünyasını ölümsüz kılmak ister. Ama Allah (c.c.) eserlerini bir örnek olmaksızın yoktan var ederken sanatçı her zaman bir örneğe ve çeşitli malzemelere muhtaçtır. Bazen sanatçılar için yaratıcı, eserleri için de yaratma sıfatları kullanılmaktadır. Bu elbette büyük bir yanlışlıktır. Zira sanatçı ancak öz yaşamını ve iç dünyasını eserine yansıttığında büyük olma onuruna erişmektedir. Meydana getirdiği şeyler de önceden yaşanmış yada oluşmuş şeylerdir, esere yansımaları ile yeniden yaratılmış değillerdir. Zaten bu büyüklüğe ermemiş kişilere de sanatçı denmeyeceği açıktır. Sanatçının eserlerine bir yaratma eylemi olarak bakmamalıdır. Bunun için sanatçı ve eseri için yaratıcı ve yaratma gibi sıfatlar yerine oluşturma ve meydana getirme gibi daha yerinde sözcükler kullanmak gerekir.
Evrenleri yoktan yaratan Allah (c.c.) nerede, topraktan yaratılan insanın Allah’ın (c.c.) gücü ve yaratması ile bir şeyler oluşturması yada meydana getirmesi nerede? Bunları birbiri ile karşılaştırmak bile bir küstahlıktır.